Postkolik_Loader
Haberi Paylaş!
RÖPORTAJ
10/05/2021

HBO'nun fantastik dönem dizisi The Nevers'ın oyuncuları sorularımızı yanıtladı

Doğaüstü güçlere sahip bir grup kadının düşmanlarıyla savaşmasını ve dünyanın kaderini etkileyecek bir göreve atılmasını konu edinen The Nevers dizinin iki önemli ismi Amy Manson ve Ben Chaplin sorularımızı yanıtladı.

Buffy the Vampire Slayer, Angel, Dollhouse ve Firefly gibi sevilen yapımların yaratıcısı Joss Whedon’ın yeni dizisi The Nevers, 11 Nisan’da HBO’da başladı. Amerika yayınından hemen bir gün sonra Digiturk’te ekrana gelen The Nevers, doğaüstü güçlere sahip bir grup kadının, düşmanlarıyla savaşmasını ve dünyanın kaderini etkileyecek bir göreve atılmasını konu ediniyor. 19. yüzyılda, yani Victoria döneminin son yıllarında, Londra “Touched” olarak adlandırılan kişilerle kuşatılmıştır. Çoğu kadın olan ve “Touched” olarak adlandırılan bu kişiler, aniden anormal yetenekler sergilemeye başlayan insanlardan oluşur. Bu yeteneklerden bazıları iyiyken bazıları ise kötüdür. İşte “Touched” olarak adlandırılan bu kişilerden ikisi, dizinin iki ana karakterini oluşturuyor. Bu iki kadın, gizemli, yumruğu hızlı bir dul olan Amalia True (Laura Donnelly) ile parlak bir genç mucit olan Penance Adair (Ann Skelly). İkisi, dizi boyunca yeni oluşan alt sınıfın öne çıkan isimleri olacaklar. Bir taraftan kötülükle savaşırken, diğer taraftan gidecek yeri olmayan “Dokunulmuş” insanlara kalacak bir yer sunacaklar.
 


beIN Connect üzerinden izleyebileceğiniz dizinin iki önemli ismi Amy Manson ve Ben Chaplin ile özel bir röportaj gerçekleştirdik. Amy, dizide Maladie rolü ile karşımızdayken; Ben Chaplin’i ise Dedektif Frank Mundi olarak izliyoruz.

Bizi The Nevers’taki karakterinizle tanıştırır mısınız?
Amy Manson:
Maladie’ye nereden başlasak? Her zaman bir adım önde. “Dokunulmuşlar”dan biri ve özelliği o harika ölüm bakışıyla acı ve dehşet yaşatmak. Gücünün kaynağını bulmak için ona büyük acılar yaşatan bir doktora karşı bir kan davası güttüğü için çileden çıkmış. Onu, Birinci Bölüm’ün başında tanıştığımızda bu hâlde buluyoruz.


Ben Chaplin: Dedektif Frank Mundi’yi oynuyorum. Polis memuru olarak başlayıp basamakları tırmanmış biri olduğunu düşünüyorum. O dönemde polislik tecrübeyle basamakların tırmanıldığı bir iş ve dizinin başında onu dedektifliğe kadar yükselmiş olarak buluyoruz. Onu iyi polisle kötü polisin birleşimi gibi düşünüyorum. Bilgi almak için karanlık sanatları kullanmayı seviyor ve halkın üzerinde baskı gücünü kullanıyor ama içinde, karanlık sırrı olan iyi bir insan olduğuna inanıyorum. Yeni serpilen bir müzikal oyuncusu ve şarkıcı olan Mary (Eleanor Tomlinson) ile nişanlanmış. Nişanlanmışlar ama işler yürümemiş ve evlenmemişler. Onu bulduğumuzda karamsar ve çatışmalı bir döneminde ve ülkede süper güçler kazanan kadınlar ortaya çıkmaya başlıyor.
 


Senaryoyu ilk aldığınızda herhalde hikayenin nereye varacağını öğrenmek istemişsinizdir. Size açıklandı mı?
BC: Hem evet hem hayır, çünkü gelişme aşamasındaydı. Dış hatları ve yol haritası belliydi ama benimle ancak belli bir miktarı paylaşıldı. Bu bir oyuncu olarak her zaman aradığınız ve bocaladığınız bir şeydir. Oynayarak, hata yaparak geliştirirsiniz ve en sonunda bulursunuz. Birkaç bölümü seyrettikten sonra, ne tuhaftır, oyuncu olarak karakteriniz hakkında daha fazla bilgi ediniyorsunuz. Ama karanlıkta yolunuzu bulmak gibi bir şey. Günümüzde her şey daha gizli tutuluyor ve daha kolay sızdırılabiliyor. O yüzden oyuncular, işe kendilerini tamamen adama aşamasına gelene kadar hikaye hakkında çok az şey biliyorlar. Yaratıcıya ve HBO’ya güveninizi bağlamanız gerekiyor.

Senaryoyu ilk gördüğünüzde karakterinizle ilgili ne düşündünüz?
AM:
Onu, Birinci Bölüm’ün başında tanıştığımızda bu hâlde buluyoruz. Elime o sahne geldiğinde başta ismi Mabel’dı. Üç hafta kadar üzerinde çalıştığımı ve onu pek anlayamadığımı hatırlıyorum. Metinde anlam çıkaramadığınız birçok bölüm oluyor. Karakter tanımında “Melodili ve bilmecelerle konuşur.” diyordu. İşin içinden çıkmaya çalıştım ve sonra seçmelere gittim. Dizinin yaratıcısı Joss Whendon ve Nina (cast sorumlusu) beni geri çağırdılar. Bir odada oturduk ve onlara senaryodan ne anladığımı kendimce anlattım. Joss’un dönüp “Hayır. Bununla hiç alakası yok.” dediğini hatırlıyorum. Ben beş dakikada her şeyi uydurmuşum. Tanrım! Bir şeylerin o veya bu anlama geldiğini düşünerek diğer filmlere atıfta bulunan bir sürü şey sayıyordum, öyle olduğunu zannederek debeleniyordum ama değildi! Sonra oynamaya başladığımızda güvenip kendimi bıraktım. Hiç böyle bir metinle karşılaşmamıştım. Sonra anlamaya başladıkça kafamda bir yere oturmaya başladı. Çok büyük bir heyecan yaşadım ve o heyecanım devam ediyor. Bu rolü bir lütuf olarak görüyorum.
 




Hakkında hiçbir şey bilmeyen izleyicilere bu diziyi nasıl tarif edebilirsiniz?
AM:
Bu adeta yepyeni bir tür gibi, gerçekten öyle. Kara komediden, drama, fanteziye ve “steampunk”a kadar her şeyin karışımı. Toplumdan dışlanmış çetin ceviz kadınların hakları olan gücü kazanma çabaları hakkında. Dokunulmuş kadınlar bir bakıma ikiye bölünmüş gibiler. Maladie bir tarafın başında, Amalia True ise yetimhanede, diğer tarafın başında. Kendilerinde keşfettikleri sıra dışı yeteneklerle toplumda ayaklarının üzerine kalkıyorlar. Bu yeteneklerin boyutunu kendileri de tamamıyla anlamıyorlar ve dizinin güzelliği her şeyin başladığı günde giriş yapması. Bu kadınları elde ettikleri güçleri anlamaya çalışırken izliyoruz ve amaç bunun sebebini öğrenmek. Her fantezinin, geçmişte bile geçse, seyirci tarafından kabul görmesi için ayaklarının yere basması gerekiyor.

Sizce The Nevers’ın modern seyirciye hitap eden yanı ne?
BC:
“Dokunulmuşlar”ın sıkıntısı, azınlıkların sıkıntısını temsil ediyor. Toplumdaki kadınlar, sıkıntıları olan insanlar, bu sıkıntılar veya toplumun onların kusuru olarak gördükleri bu şeyler aslında onların gücü. Onları eşsiz kılıyor ve kimliklerinin özünü oluşturuyor. Dizi, bir grup olarak kendi kimlikleriyle barışmaları üzerine. İşin içinde sınıf düzeni de yoğun olarak var. Yöneten sınıf onları çirkinlik olarak yaftalayıp kullanmaya çalışıyor. Bu, içinde yaşadığımız çağda da geçerli.

Dizi izleyici için bir görsel şölen. Sizin için çekimlerin en göze çarpan bölümleri nelerdi?
AM: Maladie’nin dış mekanlarda fazla sahnesi yok. Ama Wimbledon Tiyatrosu’nda dizginlerin elime verilmesi bir lütuftu. Dışarıda olmaktansa çoğunlukla iç çekimler yaptım. Setler büyüleyiciydi. Yapım Tasarımcısı Gemma Jackson dış mekanlarla muazzam bir iş çıkardı. Adeta sokaklar kurdu. O sokaklarda adeta gerçek binalara girdiğinizi hissediyorsunuz. Çok kıymetliydi. İşinde çok başarılıydı.