Postkolik_Loader
Haberi Paylaş!
RÖPORTAJ
11/12/2018

Yönetmen Can Evrenol, Netflix’in ilk Türk orijinal dizisi Hakan: Muhafız'ı anlattı

Netflix’in ilk Türk orijinal dizisi Hakan: Muhafız, 14 Aralık’ta izleyiciyle buluşacak. Dizinin ilk beş bölümününde kamera arkasında olan Can Evrenol ile diziyi ve fantastik yapımları konuştuk.

Son yıllarda yerel yapımlara odaklanan ve özellikle La Casa de Papel ve Dark gibi dizilerden oldukça iyi sonuçlar alan Netflix’in ilk Türk orijinal dizisi The Protector (Hakan: Muhafız), 14 Aralık’ta tüm dünya ile aynı anda izleyiciyle buluşacak. Başrolünü Çağatay Ulusoy’un üstlendiği bu 10 bölümlük süper kahraman hikayesinde -tarihte- kendisine verilen gizli bir görevle İstanbul’u korumak zorunda olduğunu öğrendikten sonra tüm dünyası altüst olan Hakan'ın serüvenini seyredeceğiz. Netflix yönetimi tarafından yapımı ilk açıklandığı 2017’den bu yana merakla beklenen dizinin yönetmenlerinden biri de Can Evrenol. Baskın ve Ev Kadını gibi korku filmleriyle dikkatleri üzerine çeken Evrenok, dizinin ilk beş bölümünün kamera arkasındaki isimdi. Genç yönetmen, sorularımızı yanıtladı:

İlk Netflix Türkiye yapımı olan Hakan: Muhafız’ın yönetmenlerinden birisin. Nasıl bir deneyimdi?
Bir okul gibi oldu diyebilirim. Beş bölüm çekmek ve dizinin dünyasını kurmak, bayağı bayağı ciddi bir stüdyo işi, bir uzun metraj tecrübesi gibiydi. Bir bebeğimizin olacağını öğrendikten bir hafta sonra Netflix'ten görüşme teklifi geldi. Harika bir histi tabii ki. Ve içimden -bebeğin şansına- ¨Bu iş kesin olacak¨ demedim dersem yalan olur. Diğer yandan da piyasadaki birçok yönetmenle bu iş için görüşüldüğünü biliyordum. ¨Çok da umutlanmayayım haydi¨ dedim. Birkaç görüşmeden sonra kesin teklif geldiğinde ise havalara uçtum!

İlk kez dizi çekiyorsun. Dizi çekmek nasıl bir deneyim?
Bu iş şahsına münhasır, kendine has bir işti. Dizi tecrübem olmadığı için ahkam kesemeyeceğim. Duyduğum, bildiğim kadarıyla sektördeki dizilerden çok daha farklı dinamiklere sahipti. Hem ekip, hem olay özelindeki beklenti, hem de yepyeni bir ürün olacak olması, projeyi bir dizi veya uzun metrajdan daha çetrefilli bir hale getirmişti. ¨Dizi ve uzun metraj tecrübesi bir aradaydı¨ diyebilirim.
 



Netflix gibi tüm dünyanın izlediğini bir markaya dizi çekmenin zorlukları neler?
Netflix, dünyanın yeni televizyonu olmuş durumda. Dizi bir gecede milyonlarca insana ulaşıyor, oyuncular bir gecede dünya çapında tanınıyor. Bir de kendi alanında ülkemizdeki ilk proje olması sebebiyle beklentiler azami seviyede. Dolayısıyla ekipteki herkes büyük bir sorumlulukla karşı karşıyaydı ama herkes görevinin altından en iyi şekilde kalkmayı başardı diyebilirim.

İnsanların kafasında “Türkiye’den bilim kurgu ve fantastik film / dizi çıkmaz” gibi bir düşünce var. Yapılan örnekler de çoğunlukla beğenilmiyor. Hakan: Muhafız bu algıdaki filtreleri kaldırabilecek mi?
The Protector’ın biçim açısından ülkemize yeni bir soluk getirebileceğini ve çok fazla seveni olacağını düşünüyorum. Bundan sonraki yerli fantastik işler için de çok önemli bir çıta olur umarım.

Türkiye’de yapımcıların ve kanalların fantastik yapımlara ilgi duymamasının sebepleri sence neler? Temel sebep bütçe mi, yoksa yeterli ilginin olmaması mı?
¨Hem bütçe, hem de kültür¨ diyebiliriz. Sektörde elinde güç ve finans olan insanlar fantastik edebiyat ve sinema ile çok uzaklar. Haklı olarak ya yanaşmak istemiyorlar ya da samimiyetsiz işler çıkıyor ortaya. Ama bunun kırılacağını umuyorum. Farklı türlerde filmler denenmeye başladı.
 


Türkiye’de fantastik filmlerin geçmişi 50’li yıllara kadar gidiyor ve aslında bu konuya Türk sineması olarak hiç de uzak değiliz. Peki sence bu işin neden devamı getirilemedi?
Çünkü bu filmler hiçbir zaman belli bir kaliteye veya dile ulaşmadı. Biz şimdi onları eski, kült olmaları ve ¨çılgınlık katsayıları¨ nedeniyle çok seviyoruz ama maalesef özgün işler yapmaya çalışmaktansa hep ¨yap, para kap¨ zihniyetine yenik düşen bir ekol oldu bu. Sonu erotik ve pornografik filmlere kadar giden müthiş bir delilikti. Darbe sonrasındaki kuraklıkla birlikte, tam tersine bu deliliğe tepki olarak, küçük bütçeli, ağır tempolu ve derdi sadece günlük hayat olan başarılı bir sanat sineması kuşağı geldi. ¨Fantastik Türk filmi¨, ¨komedi ve kötü yapım¨ ile eş değer oldu.

Streaming kanalları sayesinde artık filtresiz yapımlar izlemeye başladık. Bu durum sence sektörü, özellikle yönetmenleri nasıl etkiliyor?
Bir şey söylemek için henüz çok erken ama kötümser olmazsak bu gibi yapımların sektörümüze daha özgün ve farklı bir bakış getireceğini ve bunun genç yapımcılara, sinemacılara, kalıpların dışına çıkma cesareti vereceğini umabiliriz. Tekdüzelik ve tekel ne kadar kırılırsa rekabet artar, özgünlük ve çeşitlilik gelir. Bu da fantastik içerikli ciddi yapımların önünü açar.

Bir korku filmi yönetmeni olarak ülkemizde son yıllarda yükselişte olan bu türe dair düşüncelerin neler? Bizi bıkkınlık noktasına getiren cin öykülerine çok mu fazla takılmış durumdayız?
İran / İngiliz filmi ¨Under the Shadow¨ gibi iyi bir cin filmi çıksa keşke bizim ülkeden de, ne güzel olurdu. İçerikten çok, biçimle alakalı bu konu. Nasıl çekildiğiyle alakalı. Çünkü baktığınız zaman; The Ring, Exorcist ve hatta It Follows da cin hikayeleri. Sadece biçim olarak farklı ele alınıyor. Korku filmi ve tür sinemasının yükselişi için belki de önce bunun edebiyatımızdaki popüler karşılığının öne çıkması gerekiyor. İyi romanlar, iyi hikayeler, iyi senaryolar, ve sonunda iyi filmler gelebilir. Sululuğa kaçmadan, ciddiyetle yapılacak, iyi senaryolu bir korku komedi filminin gişede kesinlikle karşılık bulacağını düşünüyorum ben.
 

 
Son sinema filmin Housewife’ı (Ev Kadını) İngilizce çekmiş ve yabancı oyuncularla çalışmıştın. Bundan sonrası için planların neler, hedefin yurt dışı mı?

¨Peri: Ağzı Olmayan Kız¨ isimli karanlık bir çocuk filmi çektik. 2019'da vizyona girecek. Film, dış dünyadan kopuk, karantina altında bir bölgede geçiyor. Santral'deki patlamadan 10 sene sonra, bölgeye felaket çökmüş, medeniyetten uzak bir hayat başlamış. Eksik bebeklerin doğduğu bir dünya... Kahramanlarımız, yaşları yedi ila 13 arasında değişen dört çocuk. Birinin ağzı yok, birinin gözleri yok, birinin burnu, diğerinin kulakları... Stand By Me ve Goonies gibi filmlerin ruhuna yakın bir şey yapmak çocukluktan beri hayalini kurduğum bir şeydi. Cem Özüduru'nun Perihan adlı kısa hikayesi ve çizgi romanından ilham alarak yola çıktığımız senaryoda, Sweet Tooth çizgi romanından çok etkilendim. Mad Max, Fallout ve The Road gibi postapokaliptik bir dünyayı ucundan, az biraz yaratmaya çalıştık. Düşük bütçemizle oldukça gerçekçi, metruk ve yalnız bir atmosfer yaratabildik diye düşünüyorum. Post-prodüksiyon sürecinin sonundayız. Beni akıl almaz derecede heyecanlandıran bir iş oldu.

Reklamlar, kısa filmler, uzun metrajlar ve şimdi de bir dizi... Kendini en özgür ve filtresiz hissettiğin alan hangisi?
Hepsinin zorlukları, güzellikleri ayrı. ¨Müşteriye, yapımcıya ve ekibe göre değişiyor¨ diye politik bir cevap vereyim ama bazen reklamda bile çok özgür olabiliyorsunuz, denk gelirse.

Korku dizileri son yıllarda oldukça popüler... Bir gün senden bir korku dizisi görecek miyiz?
Field Guide to Evil! Tam da geçen sene, uluslararası bir korku antoloji filmi için bir bölüm çektik. Galasını Texas'ta, dünyanın önde gelen festivallerinden biri olan SXSW’da yaptı. (Ülkemizde de Film Ekimi kapsamında gösterildi.) Biz de Türkiye adına yeni doğan bebeklere ve hamile kadınlara musallat olan ¨Al Karısı¨nı işledik. Field Guide to Evil'ı 2019'da izleyebileceğiz.

Sana göre filtrelerinden arınmak bir yönetmene ve oyuncuya neler katıyor?
Samimiyet ve doğallık...

Son olarak, bir adet de FİLTRESİZ SORU: Çektiğin filmlerden korkuyor musun? :)
Yapım aşamasında o kadar çok izliyorsun ki tabii ki korkmuyorsun ama yazarken -özellikle de evde yalnızsam- bazen yazdığım sahnenin kafasına girip hafiften korktuğum oluyor.