Postkolik_Loader
Haberi Paylaş!
POP-KÜLTÜR
13/10/2017

Sevilen oyuncu Levent Tülek, ilk öykü kitabı Pitbull'u Postkolik'e anlattı

Levent Tülek, fantastik öğelerle bezediği öykü kitabı Pitbull'da gerçeküstünün sınırlarını aşan çağımızı anlatıyor. 


Pitbull ilk öykü kitabınız ama yazıyla olan ilişkiniz eskiye dayanıyor değil mi?
Çok gençken başladığım yazı serüvenim, her ne kadar düzyazı üzerine denemeler yapsam da daha çok mesleğim dolayısıyla çoğunlukla, senaryo, oyun teksti veya skeç üzerine oldu. Bunlar ağırlıkla uzun yıllar çalıştığım, başta TRT radyosuna “Arkası Yarın” ve “Radyo Tiyatrosu” metinleri, televizyon için kısa oyunlar ve skeçlerdi. Bu profesyonel yazı sürecinin dışında bolca okuyup yazarak, biriktirerek ve zaman zaman ufak tefek öyküler karalayarak kalemimi ve dilimi diri tutmaya çalıştım. 1986’da kazandığım bir öykü ödülü beni kamçıladı ama arada yazdığım işler yine öykü dışı işler oldu. 2007 yılında Lümpen Sözlüğü’nü ve 2008’de Klişeler Kitabı’nı yazdım. Biraz mizahla harmanlanmış ve sözlük türündeki bu iki kitaptan sonra nihayet 30 yıl sonra Pitbull’u tamamladım. Uzun, zor ama verimli bir süreçti benim için.

Pitbul'un temelleri ne zaman atıldı?
Aşağı yukarı iki sene önce. Sağda solda serpiştirdiğim notların içinde bir senaryo sinopsisi, daha doğrusu karalaması vardı. Adını “Pitbull” koymuştum. Oradan bir cümlelik bir fikirle barutu ateşlemiş oldum. Ardından iki senelik yoğun bir çalışma süreciyle diğer öyküleri (bir hayli eleyerek ve redakte ederek) nihayet bitirebildim.

Kitabınızın tanıtım videosunda kendimi vitrin camında siyah beyaz gördüğümde köpek olduğumu anladım diyorsunuz bu cümleyi biraz açabilir misiniz?
Bu bir tanıtım fikriydi ve yayınevinin isteğiydi. Bana da çok ilginç geldi. Kitabın ilk cümlesi! O tanıtım filmindeki cümle kitabın ilk cümlesiydi. Aslında çok da kilit bir cümleydi. Kitabın tamamındaki fantastik ve zaman zaman grotesk havanın da habercisi olan o cümledeki vitrin camı ya da ayna bir yanılsamayı ifade ediyor. Benim çokça etkilendiğim Borges’in ayna imgesine de bir gönderme biraz da. Değiştirilmiş, dönüştürülmüş, mekanikleştirilmiş, elektronikleştirilmiş insanın kendisini fark etmesinin bir metaforu Pitbull’un kendini vitrin camında görüp fark etmesi. Oradan itibaren de öykü başlıyor ve tüm bu imgeler diğer öykülere de sızıyor kitabın tamamında.



Geçtiğimiz günlerde kitabınızın ilk söyleşisini yaptınız. Nasıl geçti?
Çok iyi geçti. Oyuncu olmamın avantajları ve dezavantajları var. Avantajı; sevilen bir oyuncuysanız yaptığınız şeyler olumlu bir önyargıyla kabulleniliyor. Ama dezavantajı da var işin; o da oyuncu kimliğiniz baskınsa yazdığınız şeyin ciddiye alınmama, daha doğrusu hafife alınma tehlikesi de var: “Ünlü oyuncu bir de kitap yazmış, hadi bakalım…” gibi düşüncelerle karşılaşıveriyorsunuz.

Bize çok sevdiğiniz birkaç öyküden söz edebilir misiniz?
Bazı öykülerim beni çok uğraştırdıkları için biraz onlara kızgınım. Ama sonuçta galiba gözbebekleri de onlar oluveriyor sonuçta. Örneğin “Dünya İyisi.” İlk öyküdeki bilinçli kullandığım kısa, net ve sert cümlelerin tersine bu öyküde atmosferine uygun uzun ve ağdalı bir dil kullanmaya çalıştım. Öykü bu dili gerektiriyordu. Başlarda çok eğlenip coştuğum bu öyküde bir süre sonra boğuldum ve birçok kere silip yeniden yazmak zorunda kaldım. Hatta bir ara gerçekten çıkarmaya karar verdim dosyadan ama editörüm Işıl Özgüner’in telkiniyle kitaba koydum. Kitap basıldıktan sonra üzerinde en çok konuşulan öykülerden biri oldu. Yine “Bebek Odası” beni uğraştıran ama bittiğinde “İyi ki yazmışım” dediğim öykülerdendir. “Pamuk Prenses” ve “Atti” en heyecan duyarak yazdığım öykülerden. Yine sıradan insanları anlattığım, örneğin “Jules Verne” öyküsündeki su tesisatçısı, “Mustang” öyküsündeki araba tamircisi ve “Shakespeare Önemli”deki alışveriş merkezi palyaçosu benim kahramanlarımdır. Wim Wenders’in çok gençken bir sözünü okumuştum. “En gerilimli hikayeler sıradan insanın hayatından çıkar” demişti Wenders. Öykülerimi bina ederken bu söz de aklımın bir kenarında dönüp durdu.

Size ilham veren yazarlar kimler?
Aslında yukarıda biraz ipucunu verdim galiba. Borges çok değerli benim için. Sonra Shakespeare Önemli (!), Sait Faik’i düşünmeyi, okumayı ve takip etmeyi hiç bırakmadım. Şanslıyım ki evin penceresinden az da olsa Burgaz’ın ucunu görüyorum. Unutmama imkan yok yani Sait Faik’i. Sonra Haldun Taner ve Aziz Nesin. Tabii ki Memduh Şevket Esendal, Ömer Seyfettin, Sabahattin Ali var. Şimdi Tomris Uyar’dan bahsetmesem kendime okur yazar dememem lazım. Ve daha ne çok varmış, şahane! İşte okuduğum her iyi şey bana ilham veriyor. Kitsch bir duvar takviminin yaprağının arkasındaki “günün özlü sözü” bile esin kaynağı olur.