Güney Kore'nin yeni gururu Parasite, 1 Kasım'da vizyona giriyor

Cannes film festivali, bu sene dünya sinemasına öyle bir film armağan etti ki, ne Quentin Tarantino bu filmin hızına yetişebildi ne de Pedro Almodóvar! Tarantino, filminde tüm zamanların en büyük sinema yıldızlarından bazılarını oynatmıştı. Almodóvar ise, kendi otobiyografisini ortaya koymuş ve kariyerinin son dönemindeki hezimetlerini unutturacak o özel filmi yapmıştı. Üstelik Cannes, iki dev sinemacının da adeta arka bahçesiydi. Oscar’dan ne zaman elleri boş dönseler, pışpışlandıkları sahil cennetiydi. Peki, Once Upon a Time ve Dolor y Gloria neden mi altın palmiyeye kavuşamadı? Joon-ho Bong, öyle bir filmle gelmişti ki Palme d’Or’u değil, Cannes şehrinin anahtarını verseler yeriydi! İşte bu olağanüstü film, nihayet 1 Kasım’da Türk seyircisiyle de buluşuyor.
 

Kuzey Kore, türlü çılgınlıklarla, atom bombalarıyla ve gürbüz lideriyle anılmaya ederken; Güney Kore neredeyse her konuda muazzam bir atılım gösteriyor. Bu atılım, doğal olarak ülkenin kültür sanat anlayışına da yansıyor. Güney Kore sineması, 90’ların sonundan itibaren resmen şahlanışa geçmiş durumda. Joon-ho Bong, uzun yıllardır dünya sinemasında adı duyulan isimlerden biri. Muazzam bir filmografisi var ve çektiği filmlerin neredeyse hiçbiri birbirine benzemiyor; ancak hepsi eşdeğer ölçüde başarılı ve hepsini gönülden tavsiye ediyoruz. Parasite, Türkiye’de ilk gösterimini Filmekimi kapsamında yaptığında, filmi görebilen şanslı izleyicilerdendik. Tadı damağımızda kaldı desek yeridir. 1 Kasım’da bu defa vizyon rahatlığında bu harika filmi deneyimlemek için sabırsızlanıyoruz. Parasite’ı vizyona girdiği gibi izlemenizi öneririz; çünkü film o kadar çok sürpriz içeriyor ki spoiler yemek istemezsiniz. Tabii konu sadece spoiler da değil; Parasite bu yıl izlediğimiz en başarılı yönetmenliğe, en sağlam senaryoya ve en iyi oyuncu performanslarına da sahip. Gelecekte, 2010’ların sineması mercek altına alındığında, kesinlikle adı anılacak filmlerden biri olacak. Bu filmi görmeden yılı bitirmemenizi tavsiye ediyoruz. Şimdi spoiler vermeden, filmin konusundan kısaca bahsedelim: 
 

Kim ailesiyle tanışın; fakirliğin en dip noktasını biraz daha eşeleyince karşınıza çıkacaklar! Sinema tarihinde böylesine “beleşçi” bir aile görmemiş olabilirsiniz. Ellerinde telefonlarla mahallede beleş wi-fi kovalarken de karşınıza çıkabilirler. Ya da sokaklar ilaçlanırken camı açıp evdeki böcekleri beleşe öldürmeye niyetlenip, ilaç yüzünden kendileri boğulurken de görebilirsiniz onları! Fakirliğin seviyesi tahmin edemeyeceğiniz boyutlarda olsa da bu ailenin birbirine olan tuhaf bağı sizi de daha ilk sahneden filme bağlıyor. Derken kısa süre sonra kucaklarına altın yumurtlayan tavuğu kıskandıracak, altın kümes misali bir fırsat düşüyor ve olaylar öyle yerlere gidiyor ki... Daha tek kelime bile etmemize gerek yok, gidin ve şoku deneyimleyin! 
 

Giriş kısmında belirttiğimiz gibi, sinema artık tuhaf bir şeye dönüştü. İçerisinden insanı ve insana ait sorunları çıkardığınız zaman, sinema sanatı gerçekten de plastik bir maddeye evriliyor. Joon-ho Bong ve ekibi, öyle incelikle örülmüş, öyle başarılı bir iş çıkarmış ki sadece her anından zekâ fışkırmakla kalmıyor; toplumların kanayan yaralarına parmağını da korkusuzca basıyor. Gelir eşitsizliğinin kutuplaştırdığı insanlar, sapkın ruh halleri, insanların emek vermeden kendilerine hak gördükleri şeyleri vahşice elde etme çabası, sınıf ayrımlarının keskin köşeli hatları ve elbette fukaranın fukaraya ettiği benzersiz zulüm. Parasite, iki saati sadece on dakika kadar aşan süresiyle çok fazla şeyi, kusursuz bir tempoyla anlatıyor. ABD’de vizyona girdiğinden beri yılın en yüksek hasılat yapan bağımsız filmi oldu bile! Eğer kendinizi bir sinemasever olarak nitelendiriyorsanız ve verdiğiniz bilet parasının her kuruşuna değecek bir film arıyorsanız, 1 Kasım’da Parasite’ı vizyonda yalnız bırakmayın.